A

Aysel Gürel

Aysel Gürel Biyografisi

Türk müzik tarihinin en manâlı söz yazarlarından biri, Türkolog ve tiyatro oyuncusu. Özellikle Sezen Aksu‘nun seslendirdiği birçok şarkının güftesine imza atmış olan Gürel’in en fazla bilinen şarkıları, Firuze, Ünzile, Yalnızca Sitem, 1945, Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam, Değerinde mi?, Giz, Yolun Başı, Sarıl Bana, Güç Bayan, Aşk, Yanarım, Vur Yüreğim, Abone, Despot Aşk, Dönmeyeceğim, Ayrıldık İşte, Son Dua, Gençlik Başımda Duman (Ateş Böceğim), Bilmem Hatırladın Mı?, Deli Balım, Yörük Yaylası, Arabesk‘tir. “Şiir Şimdi” ve “Senin İçin Sana Yok” isimli iki de kitabı yer alan Gürel, Meyhane Köşeleri, Tek Kollu Canavar, Yurda Dönüş, Mıstık, Gümüş Gerdanlık, Silemezler Gönlümden, Hop Dedik Kazım, Pek Olsun, Tantana Kardeşler, Kaybolan Saadet, Arzu, Yansın Bu Dünya, Fosforlu Cevriye isimli filmlerde de rol almıştır. Artist son olarak bir reklam filmi projesiyle izleyiciyle buluşmuştur. Büyük usta Gürel, ardında sayısız unutulmaz eser bırakarak hayata gözlerini yummuş, ölümü büyük endişe yaratmıştır.
7 Şubat 1928’de Denizli‘de dünyaya geldi. Babası Ali Rıza Gürel, savcıydı ve dönemin saygıdeğer isimlerinden biriydi. Çocukluğu Cumhuriyet‘in birincil yıllarında dört katlı bir Rum konağında geçen Gürel’in ailesi kültüre ve sanata büyük önem veriyordu. Gürel çifti Cumhuriyet balolarının da vazgeçilmez isimlerindendi. Babasının görevi dolayısıyla sonra Trabzon‘a taşındılar. Aysel Gürel sanat dünyasına birincil adımını henüz 15 yaşındayken Trabzon Halk Müziği Evi’nde attı. Sonradan kendisiyle yapılacak olan bir röportajda konuyla ilgili olarak şunları söyleyecekti: tirnak-sol.gifspacer.giftirnak-sag.gifİlk kez Romeo ve Jüliet’te Jüliet’i oynadım. On beş yaşındayımnde muazzam etkinlikler olurdu. Orta sondaydım, devlet tiyatrosu oyuncusu Talat Gözbak askerliğini yapmak üzere oraya gelmişti. Ağzında piposu, şal yakalı yeşil kıyafeti, başında fötr şapkasıyla çok şık bir adamdı. Irk evinin kapısına “Oyun oynanacak kız aranıyor” diye bildiri astılar. Anında koştum. Talat Bey bana baktı, çok sıskasın dedi. Fakat diğer başvuru eden olmadığı için ben oynamak zorunda kaldım. Trabzon’daki bir kiliseden sinema yapılmıştı, orada sahne aldık. Civardaki tüm valiler, Erzurum, Giresun valisi, hepsi geldiler. Ertesi gün yerel gazetelerde “memleketimizin medarı iftiharı bir genç kız neşet etti” diye yazıldı. Babam da “Kimmiş bu çocuk, bravo” dedi.

Lise yıllarında da oyunculuk tutkusu devam eden Gürel, alışılmış tiyatro eserlerinin sahne uyarlamalarında rol aldı. Bir oyununda İsmet İnönü de izleyicilerden biriydi. Süre içinde oyunculuk sevgisi yerini edebiyata ve şiire bıraktı. Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Haşim, Pablo Neruda‘dan etkilenen Gürel, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü kazandı. Mezuniyetinin ardından edebiyat öğretmeni olarak atama yapmaya başladı. Bir vakit sonradan gazeteci Vedat Ebrem‘le hayatını birleştirdi. 21 Haziran 1954‘te ilk çocukları Müjde Ar, gerçek adıyla Kâmile Suat Ebrem dünyaya geldi. 1957 yılında Gürel ikinci çocuğuna yedi aylık hamileyken eşinden boşandı. Ay Işığı Ar‘ın doğmasıyla birlikte iki kızıyla birlikte kendisini zorlu bir yaşam mücadelesinin ortasında bulan Gürel, tanıdık marjnal tavırlarının tersine oldukça disiplinli bir anneydi. Kızlarını yetiştirirken kendi doğrularını ayrı yollarla onlara göstermeye çalışan sanatçının anneliğiyle ilgili olarak Müjde Ar şunları söyleyecekti:

tirnak-sol.gifspacer.giftirnak-sag.gifO vakit çok kızıyor, utanıyordum. Fakat şu anda tüm yaptıklarını takdir ediyorum ve saygıyla karşılıyorum. Davranışlarında yerleşik toplumsal normlara, etrafımızda süren ikiyüzlülüklere aleyhinde bir protesto, bir dürüstlüğe çağrı var daima. Annem mucizevi zeki bir insandır. Her şeyi bilinçli yapıyor ve bence eksik bile yapıyor.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Andy Wachowski

İki kızını bütün zorlama koşullara karşın başarılı bireyler olarak yetiştiren, bu dönemde hayatına hiç erkek almayan, epeyce mazbut bir yaşam süren Gürel, yemek parasını denkleştirmekte güçlük çekiyor oysa çocuklarına da edebiyat sevgisini telkin etmek için uğraş gösteriyordu. Çünkü kızlarının kitap okuması, içten ve yeterli beslenmeleri dek önemliydi usta için.

Aysel Gürel; Sezen Aksu, Sertab Erener ve Nilüfer gibi Türk pop müziğinin en manâlı isimlerinin seslendirdiği çoğu şarkıya laf yazarı olarak imza attı. Gürel, iki aydır boğuştuğu akc Florence Nightingale Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu. 80 yaşında hayatını kaybeden artist ardında bıraktığı eserleriyle ölümsüzdür.

Deniz Durukan’ın Aysel Gürel’le Gerçekleştirdiği Röportaj

– Dışardan bakıldığında özgür, deli, hafif delifişek bir bayan portresi çiziyorsunuz. Oysaki şarkılarınızda daha içsel, daha olgun, çok da hissi bir bayan portresi var. Nedir iki Aysel’in arasındaki o ince fark.

İki öbür Aysel Gürel var. Biri perukasını takar, makyajını yapıp delimtrak hareketlerle ilgi çeker ve lafı patlatır. Sabah kalktığında kapıyı çekip Amerika’ya gidebilecek bir Aysel. Bağsız, özgürlük bir kadın. Diğeri de öğretmen kimliğinde, açık fikirli; bunu tereddütsüz söylüyorum çünkü kültür Türkiye’de iyice dibe vurdu. Alfabeyi okuyana, internetin başına oturup yazar çizene ne okumuş diyorlar. Kültür sonsuza değin okumaktan geçer. Maalesef bizim sektör bu konuda çok kuvvetsiz insanlarla doymuş. Müzik, Türkiye’de geri kalmışlığın sembolü oldu. Televizyon kanalları da buna çanak tutuyor. Hani “halk müziği istiyor” gibi klişeler var ya, güya onlara uyuluyor. Fakat değil böyle bir şey. Türkiye’de şarkının, müziğin yerini ayak ve kalça aldı. Bunlar fena demiyorum, bunlar fazla hoş, cici, eğlendirici kızlar. Şarkı söylediklerini zannediyorlar, bu da bir gayrettir, söyleye söyleye otuz yıl sonra belki öğrenirler. Halkın hoşuna gidiyor deniliyor, onlara kaset yapılıyor. diğer taraftan, çok değerli müzisyenler revaçta değil.

– Gözlemlediğim kadarıyla doksanlı yıllarda pop müzikte bir patlama oldu, lakin her önüne gelen kısa bir süreliğine meşhur oldu. Pop müziğin içi boşaltıldı, acilen rock müziğe de benzer şey yapılmaya çalışılıyor. Özellikle pop müzikteki lirikler çok iğrenç.

Evet, iğrenç değil ama tiksindirici diyebiliriz. Bu eğlencelik oğlanların veya kızların hatası yok. Korsan kasetle mücadele eden yapımcılar maliyeti devirmek için sokaktan yakaladıkları herkesi, yüzüne bakılır bir genç kızı veya delikanlıyı alıyorlar, okuma yazma biliyorsa, azıcık da beste yapabiliyorsa, hazır, hadi gel diyorlar. İyi bir şey beklemeye hakkımız değil. İsim vermeyeceğim, birkaç bayan şarkıcı var, ırk onların karşı ayılıp bayılıyor, yerlere atıyorlar kendilerini. Tahsili, kültürü, öngörüsü olmayan, hatta yazdığı şeyin farkında olmayan -büyük bir muhtemelen yazdıkları alıntıdır, hırsızlığa da alıntı deniyor bundan böyle- kişiler bunlar. Şaşma etmiyorum bunlara, çünkü hitap ettikleri kitle ile uyuşuyorlar. Tv kanalları bunları sunarak böyle bir kültürün yaygınlaşmasını sağladı. Hakiki değerler ise göz ardı ediliyor. Çünkü bu değerleri sundukları vakit yapımcıların da maliyeti artacak. Benden şarkı sözü alan büyük isimler bile maliyet artar diye ürküyorlar. İşte böyle, dibe içten gidiyoruz. Yani limonu yemeğin üstüne sıktığında o limonun dibe çökmesi gibi bir şey bu. Müziğe de limon sıkılmıştır.

– Aşk peki?

Aşk olsaydı genelevler olamazdı. Aşk fazla hoş bir masal. Çocukluğumuzda Sindirella, Uyuyan Prenses gibi masallar anlatılırdı. O masallarda yaşanan aşk yansıtılırdı. Fakat hayatta o kadar değil aşk.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Ahmet Demircan

– Bir yanılsama mı?

Tabii ki. İnsan patatese de aşık olabilir, bir tabloya da. Mesela ben çelloya aşığım . Erkekle kadın arasındaki aşkın varlığına güvenmek mümkün yok. Hayvanlar alemine bakın; dişi maymunlar günde altmış maymunla çiftleşiyor. Derhal erkekler de öyle, boğa gibi. Bir kadının üzerine çıkıp jimnastik hareketleri yapıyorlar. Hatta bir spor salonuna gidip bisiklet çevirmekle aynıdır onların aşk anlayışı. Fakat özel kişiler de var, şairler, ressamlar, yazarlar bu hayvani duyguyu idealize eder, kendilerine göre yapıtlar verirler. Bu da bir uyutma sistemi fiilen. Her insan aynı derecede hassastır, şairdir, lakin eğitim görüp dili iyi kullanması gerekir. Şimdi Kayahan bir şarkısında “bizimkisi bir aşk hikayesi” diyor. “Bizimki” tamamlanmış da, “si” ne oluyor? Artık gülüyorum, uyarı etmekten yoruldum. Müziğe söz yazan, fakat bunu şiire yakın durarak yapan kişiler ortaya daimi yapıtlar koyar. Elli sene sonradan dili iyi bilen birileri gelip baktığında “yuh” der, “neler yazmış böyle?” Bu önemlidir.

– Ahmet Hamdi Tanpınar desem…

O benim hocamdır. Onlar yüz senede bir gelen millet. “Su, misket ve yeşil ve sonsuz ilkbahar” hocamın şiiriydi, ya da ben etkilenip yazmışım, hatırlamıyorum. Benzerlikler şair için yararlıdır. İlk şiir modellerini okuduğu vakit ona aynı şeyler yazan. Lakin kendi üslubunu bulmamış bir şaire, şair diyemeyiz. Ben de çok bocaladım, kimi vakit Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Haşim, Pablo Neruda oldum. Ta ki kendi şiirimi bulana dek. Çünkü şiir duvarı fazla geç ve güç örülüyor. Bir şarkıyı dinlediklerinde bu Aysel Gürel’in sözleri diyebiliyorlar, bu benim için çok kayda değer. Şarkılarımdan çok bu üslubu koymak bana gurur verir. Lakin ticari şarkılar yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Sanatçı o kadar bir şey istiyorsa yapıyorsun. Bu da işin işportası.

– Size gelen kişilere verdiğiniz şarkıları neye tarafından belirliyorsunuz?

Bana Ünzile, Füruze gibi bir şarkı yaz diyorlar. Karşımdaki kişi onu okuyabilecek yapıda, ya da seste değilse, okuyamazsın diyorum. Gücenmiyorlar!

– Bu şarkılar size para kazandırıyor mu?

Kimse tutku etmesin, şarkı yazarak geçinmek imkansız. Bende altı bagaj dolusu şarkı var. Eğer beni geçindirebilecek olsa, hemen trilyoner olurdum. Mesam’dan üç beş kuruş gelir, öyle.

– Aşka dönelim, takıntılı bir şart yok mu aşkta? Şayet bir çeşitlilik obsesyon…

Grip gibi, ya da aids gibi de düşünebilirsin. Virütik bir şey. Fiilen durum şu; seks dürtüsünü, böyle birbirinin üstünde tepişmeyi terbiyeli ışık halkası getirmektir aşk. İnsan önce kendini sever, bir de çocuğunu. Üçüncü şahısı düşünemezsin.

– Şarkılarınızda vurgun sözcüğünü fazla sık kullanıyorsunuz. Nedir bu vurgunun hikayesi?

Ben yüzücüyüm. Karadeniz’de büyüdüm. Bir anlamda denizkızıyım. Karadeniz, bir adım attıktan daha sonra üç insan boyu olur. Sekiz defa boğuldum, suni teneffüsle hayata döndürdüler. Ağzımdan kanlı köpükler, kumlar gelerek… Boğulma anındaki o renkleri ve devlete ait unutamıyorum. Önce çok hoş filizi bir yeşil beliriyor, daha sonra o yeşil neftileşiyor, derken siyaha dönüşüyor. Karadeniz’de lamboz dediğimiz anaforlar var. Ayağının başparmağını oraya kaptırdığın zaman helezon halinde dibe değin gidersin. Çoğu arkadaşım daha on dört, on beş yaşlarındayken o şekilde boğuldu. Muhafazakar bir yerdi, denize mayoyla girilmiyordu. Ben hariç tabii. Gece ay ışığında elbiseyle denize girerlerdi. O elbiseler su içinde şişip kabarırdı. O kızlar deniz perileri gibi el ele tutuşup giderlerdi. İçlerinden birisinin ayağı lamboza takıldı mı, zincirleme hepsi peşinden giderdi. O nedenle sabahları vurgun yemiş gibi uyanırdım. “Gitti Kebire gittii, Semiha gittii” çığlıklarıyla, tahta teneşirlerin üzerinde upuzun saçları arkadan sarkmış yıkanırken seyrettim bir fazla arkadaşımı. Geceleri her zaman hesaplarım; derhal Kebire kaç yaşında olacaktı diye… Hepsi bakire olarak, öylece gittiler.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Ann-Margret

– Elbiselerle denize girmedim dediniz, aileniz daha mı moderndi?

Çağdaş demeyelim lakin daha akıllıydılar. Çünkü denize, eğer dalgıç gibi teçhizatın yahut, üzerinde artı bir şeyle girilmez. Dünyanın birçok yerinde ahali suya çıplak giriyor. Biz sudan geliyoruz. Ana rahminin içindeki amnion sıvısında yüzerek hayata başlıyoruz. Karaya çıkınca her tarafta örtünmenin alemi ne!

– Babanızın işi neydi?

Babam savcıydı. Cumhuriyetin örnek ailelerinden biriydik. Annem ve babam Cumhuriyet balolarına katılırdı. Babam yetmiş sekiz yaşındayken bile, ben sigaramı çıkardığımda gelip yakardı. Bu benim çocuğumdur demez, bir kadının sigarasının yakılması gerektiğini bilirdi. Hiçbir süre namaz kılın, oruç tutun diye baskı yapmadı bize. Dört katlı bir Rum konağında oturuyorduk. Babam eğilip kalktığında karnının ağrıdığını düşünürdüm. Namaz kıldığını annemden öğrendim. Sonra iftarda, sahurda aileye gaddarlık yapmaz, yemek nerede diye hesap sormazdı. Akşam üstü azıcık pestili suyun içinde ezer, pideyle yerdi. Neden yemek yemiyorsun diye sorduğumda “barsaklarım bozuk” derdi. Bunun neden otuz gün sürdüğünü anlamazdım. Saygı ve namus gibi hasletler beyindedir. Birinin elini öpüp başına düzenlemek saygı değildir. Hatta hijyenik değildir. Apış arasını karıştırmıştır, altı yaşında bir çocuğa mikroplu elini öptürür, dahası başına koydurtur. Zaten bu başa atama hikayesi ilk çağlardan kalma. Daha kavim halinde, mağaralarda yaşarken, alev bile yokken ailenin en yağızı çıkıp avlanır. Kış aylarında, avlanamadıkları vakit birbirlerini yerler. Önce kimi yerler; muhakkak yaşlıları. Bir insan bir insanı yiyeceği zaman ilk olarak elini kavrayıp kendine yaklaştırır, sonradan kafadan, kulaktan, burundan yemeye başlar. Çağdaş toplumlarda, karşılaşan iki kişi önce elini uzatır ya, gerçekte o gıda güdüsüdür. Tam elinden tutup kendine çekerken “bizim dedeler de neler yiyordu, biz yemeyelim” diye düşünür, o eli öper, başına koyar. Bu hareketin anlamı şudur; geçmişte birbirlerini yiyenlerin namına senden özür dilerim. Bu saygı yok, pişmanlıktır.

– Sonradan?

Lise yıllarında klasikleri oynadık. İsmet İnönü de gelip seyretmişti beni.

– Niye bıraktınız?

Şiire bulaştım. Şiir beyinsel etkinlik isteyen bir iş. Yine De oyunculukta da var o beyinsel faaliyet, lakin bununla beraber maddesel faaliyet içersinde oluyorsun. Şiirde ise, istersen şezlonga uzanıp yazabiliyorsun.

– Yalnızlık desem size?

Dört yatak odası, koskocoman bir salonu ve koskocoman bir mutfağı olan üç yüz metre kare bir evde yalnız yaşıyorum. Bu bir tercih. Sevgilim de var, fakat o herhangi bir ziyaretçi gibi, ekip elbiselerini giymeden kravatını takmadan gelemez, on beş dakikadan pozitif da oturamaz. Yatağıma giremez, burada bir bardak kahve içtiği vakit o bardağı yıkamadan gidemez. Bir simit bile yedirmem. Acilen bu yalnızlık benim tercihim. Ve bu yalnızlığın çok büyük bir lüks olduğunu biliyorum. O masallardaki Rapunzel şatoda tek başına oturuyor, oğlan da saçına tutunup yukarı çıkıyor. Benimkiler de asansöre çıkıp bana ulaşıyor. Yalnızlık donanımsız insan için fazla korkunç bir şey. El becerileri olan için birazcık daha ehven. Ben hiç yalnızlık hissetmiyorum. Aslında tek başıma çok kalabalığım.

Etiketler
Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı