E

Eflatun

Eflatun Biyografisi

Bknz. Platon
Eflatun, Yunan filozof, yazar ve matematikçi. Zihin tarihinde, bütün zamanların, kendinden sonraki dönemleri en çok etkileyen isimlerinden biridir ve batı felsefesinin kurucularındandır. Socrates’ın öğrencisi ve Aristotales’in de hocası olan Eflatun (Platon), Socrates’cilt servet aldığı “Bilgelerin Yönetimi” düşüncesini sistemleştirmiştir. Platon’un esas adı olan Aristokles, çoğu kez kullanılan “Asilzade” ve “Asiller” kelimelerinin kökenini oluşturmuştur. Geniş omuzları ve atletik yapısı yüzünden Yunanca’da geniş göğüslü anlamına gelen “Platon” lakabı ile ünlü olan, ama doğu felsefesine Eflatun adıyla geçen Platon, yaptığı çalışmalarla “Fiziksel olmayan, sadece düşünsel boyutta var olan” anlamına gelen “Platonik” deyişiyle ilişkilendirilmektedir. İslam ve Hıristiyan felsefesine etkileri büyük olmuştur. Dünyanın birincil üniversitesi olanAkademia”nin kurucusudur.
Atina ya da Aegina’da doğduğu tahmin edilen Platon’un doğum yılı konusunda da kaynaklarda emin biM.Ö. 428 veya 427 yılında dünyaya geldiği kabul edilmektedir. Diogenes Laertius’a göre, kökenleri, Atina’nın kralları olarak kabul edilen Codrus’a ve Messenia, Melanthus’a dayanmaktaydı. Annesi Perictione’in akrabaları aralarında ünlü kanun koyucu ve şair Solon bulunmaktaydı. Keza yazdığı iki diyaloğa isimlerini de verdiği dayıları Charmides ve Critias ise Sparta oligarşisinin yandaşlarından oluşan Thirty Tyrants (Otuz Tiran)aralarında yer almaktaydılar. Sparta Oligarşisi, Peloponnesian Savaşı sonunda Atina demokrasisinin çökmesiyle güçlenmiş olduğu için, Plato’nun ailesi o dönemde siyasal gücü ellerinde bulunduruyordu.

Yazan Apuleius’ün belirttiğine kadar, çocukluk yıllarında, işine düşkün, hızlı düşünen ve alçakgönüllü olarak aşina Yayla, dönemin ünlü öğretmenlerinden dilbilgisi, müzik ve jimnastik dersleri almış ve Isthmian oyunlarında güreşmişti. Plato, Socrates öncesi Yunan filozoflarından ve Heraclitus’un müritlerinden Cratylus’u da ilk tanıyanlardan biriydi.

PLATON FELSEFESİNİN TEMELLERİ VE BİLGİ KURAMI

Sofistlerin Yunan toplumu üzerindeki olumsuz etkileriyle savaşmaya çalışmış olan Platon, felsefe kurslarına katılıyordu. Felsefe üstüne düşünmeye “İlk madde”yi ve bilgiyi arayarak başlayan düşünür mutlak ve belirli bir bilginin var olduğu konusunda tümüyle dogmatist bir konuşma sergiliyordu. Platon’un ünlü “İdealar Kuramı” çıkış noktasını, onun evreni algılayış biçiminde buluyordu. Özellikle Republic (Cumhuriyet) adlı diyaloğunda bulunan ünlü “Mağara benzetmesi”, Yayla felsefesinin temelleri hakkında manâlı ipuçları sunuyordu. Felsefe tarihinde oldukça meşhur olan ve insanın hayat içinde bulunduğu noktayı anlatan bu mağara benzetmesi, Platon tarafından özet olarak şöyle bir dekor içinde aktarılıyordu :

tirnak-sol.gifspacer.giftirnak-sag.gifBazı halk karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkûmdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşısında duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin belli başlı kaynağını görür ve bitmiş içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin zahirî olduğuna ve gerçeğin mağaranın haricen akıntı etmekte olduğuna inandırması imkânsızdır.

Socrates’le yaptığı ç felsefesinde realite ikiye ayrılıyordu: Dünya hakkındaki güvenilmez bilgilere beş duyu organı aracılığıyla ulaşılabildiği “Duyular Dünyası” ve bilgilerin düşünce yoluyla elde edilebilir olduğu üstüne temellendirilen “İdealar(Görüşler) Dünyası”. Düşünüre kadar, mutlak ve muhakkak bir bilgiye erişmek ve bu bilgiyi başkalarına uymak durumundaysak eğer, değişen hiçbir vakit tamamiyle bilinemeyeceğinden, insan zihninden bağımsız olan, değişmez ve daimi varlıklar olmalıydı. Fakat doğadaki her şey “istikrarsız”di ve hiç bir şeyin sonsuza değin var olmadığı, şeylerin ortaya çıkıp kaybolduğu düşüncesi hâkimdi. Fakat idealar yani düşünceler dünyası duyu organları aracılığıyla algılanamamalarına rağmen mutlak ve değişmeyen nitelikteydiler. Bir masanın şekli zamanın akışı içinde değişse de, onun ‘dikdörtgen’ formunda olduğuna dair temel akıl, değişmeden aynı biçimde kalıyordu. Mesela, dünyada 1 metre uzunluğu değerlendirmek için kullanılan milyarlarca 1 metrelik cetveller olmasına rağmen 1 metrelik cetvelin orijinali Paris’teki Luvr müzesinde özel şartlarda koruma altındaydı ve diğerleri ona çok takriben uzunlukta olabileceği gibi mutlak eşitlikleri konusunda bir kesinlik söz konusu değildi. Algılamalardaki yanılsamalara bir misal de felsefe dünyasında Heraclitus kadar verildi: “Bir nehrin benzer sularından iki kere asla geçemeyiz, fakat biz her zaman benzer nehri geçtiğimizi zannederiz

İDEALAR KURAMI

Platon’a kadar idea (fikir) kavramı, yalnızca nesnelerin düşünsel karşılıkları değildi. Nesnelerin olduğu değin, maddesel karşılıkları bulunmayan, “adalet, denklik, çekicilik” gibi soyut kavramların da, kendi ideaları olduğuna inanıyordu. Ve idealar evreninde, düşünceler, en üstlerinde Platon’un Tanrı ile özdeşleştirdiği “İyi İdeası”nın da bulunduğu bir sıra düzeni içindeydiler. Bedensel nesnelerin olduğu değin görünmeyen kavramların da ideaları olduğu düşünülerek, fizikî ve benzeri formlar hakkında bilgilerimizin bütün ve kesin olduğunu, oysa fizikî evrende bulunan nesneler hakkında ise ama bir kanı, takriben bir veri sahibi olabildiğimiz ortaya çıkıyordu. Çünkü fizikî evrende algılanan hiç bir nesne, zihinde canlandırılanlara tıpa tıp uymuyordu.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Euripides

Platon, İdealar Kuramı üzerine, mantıktan metafiziğe, matematikten sanata ve teolojiden ideal toplum düzenine uzanan, günlük hayatı tüm boyutlarında anlatan sistemler inşa etti.

PLATON METAFİZİĞİ

Platon felsefesi, rasyonalizm ve spiritüalizmin temalarından esinlenerek bu iki felsefe akımının bileşimi biçiminde oluşmuştu. Gerçeği incelemek için Socrates‘in soru cevap yöntemini kullanan düşünür, matematik prensiplere hayran olduğu için bütün öteki konuların da matematik prensiplere dayandırılmasını istiyordu. Matematiği felsefe için bir antre ve katiyet ölçüsü olarak gördüğü için, Akademia’nın kapısına “Geometri bilmeyen buradan içeri girmesin” diye yazdırmıştı.

Platon, idealardan meydana gelen ve hafıza aracılığıyla anlaşılması mümkün dünya ile duyusal dünya arasındaki bu ilişkiyi Parmenides ve Timaeos isimlerindeki diyaloglarında açıklamaya çalışmıştı. Düşünüre kadar insan uzun yıllar matematiksel bilimlerle ve diyalektikle uğraştıktan sonradan, varlığın ve gerçekliğin kaynağı olan düşüncesini mistik bir tecrübeyle, özel bir sezgiyle tanıyordu. Çünkü bu düşünceler varlığın ötesinde olmasının dışarıya, insanın anlama gücünün sınırlarının da ötesindeydi, mistikti, tanımlanamaz, söze dökülemezdi ve açıklanamazdı, fakat her şeyi açıklayabilirlerdi.

İdealar (fikirler) değişmeyen olduklarına göre, herhangi bir şey yapamaz ve dolayısıyla duyusal dünyadaki değişmeyi başlatamaz ya da bu değişmeye niçin olamazlardı. Bundan nedeniyle, Plato’un metafiziğinde, akılla kavranabilir dünya ile duyusal dünya arasındaki ilişkiyi sağlayacak, içinde yaşadığımız dünyaya, fikirler dünyasının kayıtlı yönlerini aktaracak faal bir güce gereklilik duyuluyordu. Çünkü duyusal dünyadaki nesnelerle görüşler tümüyle bambaşka kategoriden varlıklar oldukları için, birbirleriyle kendi başlarına ilişki kuramıyorlardı.

Platon, metafiziğindeki bu aktif dış gücü, fikirler ve maddeler dünyası arasındaki sınırda duran “Demiurgos” kavramıyla açıklıyordu. Madde tanımlanamıyordu ancak form kazanmaya, şekil almaya uygun bir yapıda olduğu için, Demiurgos ona görüşler dünyasının özelliklerini akılla anlaşılır bir formda yüklüyordu. Kare, üçgen, tartma, beyazlık gibi maddenin maddesel özellikleri, düşüncelerin bedensel dünyada ortaya çıkan görüntüleri ve bitik kopyalarıydı. Platon’a göre, bedensel dünya sahip olduğu düzen ve belirliliği her şeyden önce görüşler dünyasına ve bu dünyanın yapısını ve formlarını maddeye aktaran Demiurgos’un faaliyetine borçluydu. İnsanoğlu, Demiurgos tarafından maddeye yerleştirilen maddi formlar baştan sona, duyusal dünyada farklı alanlara yönlendirilmiş süre ve yerlerde var olan maddeleri saptayabiliyor ve tanımlayabiliyordu.

PLATON’UN İNSAN FELSEFESİ

Platon Bilgi Kuramı’ndaki fikir yürütmeyle insanların da ikiye bölünmüş yaratıklar olduğunu söylüyordu. Duyular dünyasına bağımlı olan, aynı şekilde bütün duyuların da yan olduğu, güvenilmez ve bu dünyadaki tüm öteki şeylerin kaderini paylaşan “Değişen” bir vücut ve ebedi olan ruh. Platon’a göre veri, ruh için sadece bir “hatırlama”ydı. Bu “allah vergisi data” ya da “ruhun hatırlayışı” konusu Platon’a göre hayat öncesi bir hayatın varlığı, dolayısıyla ruhun ölmezliği konusunda önemli bir kanıt oluşturmaktaydı. Platon, aklın yuvası olarak tanımladığı ruhun, fikirler dünyasına girebildiği ve bir vücuda yerleşmeden önce de düşünceler dünyasında var olduğunu düşünüyordu. Bu anlayış onun düşüncesinin, Orfeuscu ve Pisagorcu köklerinin belirli işareti olarak görülmüştü.

İnsan, duyuları aracılığıyla dünyayla ilgili olarak kesin olmayan bilgiler elde etmeye çalışıyor, maddenin peşinden koşarak birtakım maddesel arzularını gerçekleştirmeye uğraşıyordu. Buna karşın, ruhun ait olduğu fikirler dünyasına yönelmek, ezeli-baki gerçeklikleri kavramak arzusundan kaynaklanıyordu. Platon’a tarafından ruhun görevi, kendisini duyusal dünyanın sınırlamalarından, bedeninin ve duyusal dünyanın oluşturduğu hapishaneden kurtarmaya çalışması ve reel dünyayı bulma amacı taşımasıydı.

Platonn’a kadar insan vücudu üçe ayrılıyordu: Baş, göğüs ve karın. Bu bölümlerin her biri ruhsal bir erdeme karşılık geliyordu. Başın akla, göğsün isteme, karnın da hazza ya da arzuya karşılık geldiği bu düşüncede, bu üç ruhsal yeti, bir ideale veya bir değere bağlanıyordu. Aklın bilgeliğe ulaşmaya çalıştığı; isteğin yiğitlik gösterdiği; arzuların da insanın ölçülü olması için denetlendiği bir değerler sistemiydi bu. Platon’a göre insanın bu üç bölümü bir tüm içerisinde hareket etmeye başladığı vakit uyumlu ya da “bütünlüklü” bir insan yapısı ortaya çıkıyordu.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Eleanor Porter

PLATON’UN İDEAL DEVLET ANLAYIŞI

Platon, “Devlet” adlı diyaloğunda “İdeal devlet”i anlatmaktaydı. Burada anlatılan devlet “Gerçekleşmesi Imkansız” bir devleti betimliyordu. Platon, bu devletin filozoflar kadar yönetilmesi gerektiğini söyleyerek, insanı maddi özellikleriyle üçe ayırdığı örneğindeki gibi devleti de vücudun organlarıyla ilişkilendirerek üçe ayırıyordu. Vücudun “baş” kısmına yöneticileri, “göğüs” bölümüne bekçiler ve askerleri ve “karın” kısmına da çiftçileri koyuyordu. Ona kadar sağlıklı ve uyumlu bir insan nasıl dengelenmiş ve ılımlı ise, “adil” bir devlet de herkesin bütün içindeki yerini bilmesiyle ortaya çıkıyordu.

Platon’un felsefesinde genelde geçerli olan rasyonalizm devlet felsefesinde de yansımasını buluyordu. İyi bir devlet yaratmanın yolu, bu devletin mantıkla yönetilmesinden geçiyordu ve Platonn’a tarafından, başın vücudu yönetmesi gibi toplumu yönetenlerin de filozoflar olması gerekiyordu.

Platon, kadınların da yönetici olabileceklerini söylüyordu. Bunun da nedenini yönetimin akılla gerçekleştirilmesine bağlıyordu. Kadınlar da erkekler gibi aynı mantığa sahip olduklarından, kadınlarını yetiştirmeyen bir devletin yalnızca sağ kolunu çalıştırıp güçlendiren bir insana benzediğini söylemişti.

Platon, aile ve özel mülkiyeti de reddediyor, bunların devleti yönetenler ve koruyanlar tarafından idare edilmesi gerektiğini savunuyordu.

PLATON VE SOCRATES

Platon’un hayatını sonsuza değin değiştirecek olan şey, yirmi yaşındayken Socrates’la tanışması olmuştu. Sayısı 35’i bulan bütün eserlerini dialoglar biçiminde kaleme almıştı ve karakteristik özellikleri-yazılış tarihleri itibariyle üç evrede incelenen bu eserlerde, Socrates’ın derin etkileri görülmekteydi. Socrates’in düşüncelerinin bir kısmı Platon’nunkilerden ayrı olmasına karşın, tarihçiler var olan kaynaklara dayanarak, düşünürün savunduklarıyla ilgili olarak fark yapmada bezginlik çektiler. Zira Socrates’ı anlamak için başvurulan, uzaktan ara en iyi kaynak Platon’la yaptığı diyaloglardı ve Platon, filozof olarak Socrates’tan epeyce etkilenmiş ve onun stilini benimsemiş görünüyordu. Dolayısıyla farkı görmek güçleşiyordu. Bu görüşün karşısındaki tarihçiler her ne değin Platon’un kendine özgü bir stili ve düşünceleri olduğunu benimsedilerse de Platon’u Socrates’ten ayırmakta onlar da zorluk çekiyorlardı. neticede Platon’un felsefi görüşlerini Socrates’inkilerden karışıklığa itmek kolay değildi, fakat Plato’un yazdığı otantik diyalogların yazılış sırası konusunda toplumbilimcilerin ve tarih bilimcilerin araştırmaları sonucunda kesin olarak ulaştıkları data, Platon’un Yasalar (Nomoi) başlıklı bir diyaloga son şeklini verirken öldüğü üzerineydi. XIX. yy’ın sonunda başlayan ve bu son diyalogun üslubu üstüne yapılan epeyce dikkatli bir tahlil sonucunda, Platon’un eserlerinin kronolojik bir sıralaması yapılabilmişti. Bu Nedenle ilk diyalogların dobra dobra Sokrates’ın düşüncelerinin etkisi aşağı oldukları ortaya çıkarılmış, dolayısıyla bunlara Socratik diyaloglar da denmişti. Buna karşılık, daha sonra düşünürün olgunluk ya da ihtiyarlık döneminde kaleme aldığı görünüşe göre diyaloglarında sadece kendisine özgü bir felsefenin bulunduğu görülmüştü.

İkinci evre eserler, diyaloglar halinde olmayıp Platon’un kendi düşünce sistemini ortaya koyuyorlardı. Yaşlılık dönemine ait üçüncü ve son faz eserlerinde ise Plato, her yerde diyalog yöntemine ve kafasındaki ideal devlet yapısını her yerde tanımlamaya dönmüş, ancak bu defa toplumu eğitme görevini felsefeden daha çok din kurumuna itimat etmişti.

M.Ö 403’te Atina’da demokrasinin baştan kurulması, oligarşi yönetimine olan sempatisiyle tanıdık Socrates’in yeni rejimle sorunlar yaşamasına neden olmuştu. Sonrasında ise hakkında çıkan gençlerin ahlakını bozduğu ve yeni tanrılar yarattığı gibi yalan yanlış söylentiler nedeniyle ölüm cezasına çaptırılması öğrencisi Platon’da derin izler bıraktı ve Platon bu olaydan sonradan politikadan uzaklaştı.

Yıllar sonra hocasının dönemin hak organı “Beşyüzler Meclisi” aleyhinde yaptığı savunmayı kaleme alarak “Socrates’in Savunması “ adlı yapıtta günümüze ulaştıracak olan Platon, Socrates’ı kaybettikten sonra, 389 yılında o dönem Büyük Yunanistan denen ve Pisagorculuğun yoğun biçimde yaşandığı Güney İtalya’ya, gerisinde Darı’a gitti. Bu dönemde, Socrates’in öğretisindeki ruhun ölmezliği ile ilgili fikirlerin Orfeuscu kökenlerini çözümleme fırsatı buldu.

AKADEMİA

Platon, Güney İtalya’dan Atina’ya dönüş yolunda, işgal aşağıda olan Aigina kentinde tutuklandı. Kısa süren bir kölelik dönemi de yaşamış düşünür, onu tanıyan Kyreneli bir filozof kadar satın alınarak hürriyetine kavuşturuldu. sonra Platon bu parayı geri ödemeye çalıştı oysa Kyreneli filozof kabul etmediği için, bu parayla Atina’daki, dünyanın ilk oturmuş üniversitesi olacak meşhur okul Akademia’yı kurdu.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Eva Braun

Platon, Akademia için, Kahraman Akademus’un türbesi yakınlarında bir yer seçti. Dünyanın birincil üniversitesi olarak kabul edilen Akademia’nin bir okuldan çok üniversite olarak adlandırılmasının sebebi, derslerin ve çalışmaların geleneksel felsefe ile sınırlı olmamasıydı. Matematik, astronomi ve fiziki bilimler gibi geniş bir ikincil bilimler merkezi olan Akademia’ya yalnızca Atina’dan değil dünyanın her yerinden öğrenciler kaydoldu. Meşhur matematikçi Eudoxus’un kendi Okul’u ile birlikte Kizikus’tan Yüksekokul’ye gelmiş olması, Yüksekokul’nin bilimsel ruhuna bir övgü ve yalnızca bir“felsefi-gizem” toplumu olmadığına bir kanıt oluşturmaktaydı.

Akademia’daki çalışmaları yönetmenin yanı sıra, Platon, dersler de veriyordu. 367’de I.Dionisios‘un ölmesinden sonradan, Dion, Platon’a o süre otuz yaşlarında olan II.Dionisios’un eğitimini üstlenmesi görevini öneri edip, Siraküze’ye çağırdı. Platon, bu çağrıyı kabul ederek krala geometri dersleri vermeye başladı. Ama kral Dion’u kıskanıyordu ve Dion’la birlikte Platon da oluşan bu gerilimli hava nedeniyle Siraküze’den ayrılıp Atina’ya döndü ve mektuplar aracılığıyla Dionisios’a eğitim vermeye devam etti. Yine de, felsefi çalışmalarını sürdürmeyi isteyen Dionisios’un doğru dileği üstüne Platon, Siraküze’ye tekrar döndü. Platon görünüşe göre Kartaca tehlikesine karşısında Yunan kentleri aralarında bir konfederasyona gidilmesi için bir tüzük taslağı çıkarmayı umut ediyordu, fakat muhalefet fazla güçlü çıktı. Bu yüzden Platon M.Ö. 360’da Atina’ya döndü.

M.Ö. 347’de hayata gözlerini yuman düşünür, öldüğü tarihe değin bütün çalışmalarını Akademia’da sürdürmüştür.

PLATON’DAN

●Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir.

●Bilginin sevk ve idaresi olmadıkça insanlar nizamsız bir kütledir.

●Bir toplumda suç varsa, orada adalet yoktur.

●En büyük zafer insanın kendine hâkim olmasıdır.

●En yüksek yeri tutanda, en büyük zeka da bulunması lazımdır.

●İhtiyat, tüm icatların anasıdır.

●İnsanlar akılsızlıkları yüzünden “alınlarında yazılı olandan” daha çok acı çekerler.

●İnsanlara musibet etmek yardımda bulunmak kolaydır.

●Kendini alt etmek, zaferlerin en büyüğüdür.

●Nefret, köleliktir.

●Kötülüklerin ilki ve en büyüğü haksızlıkların cezasız kalmasıdır.

●Minik şeylere artı önem verenler ellerinden büyük şeyler gelmeyenlerdir.

●Öl ve ol! İşte bunu bilmiyorsan zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde.

●Saygı olan yerde nefret olur fakat korku olan yerde daima saygı olmaz.

●Yeryüzünde iki güç vardır; kılıç ve zekâ… Çoğu vakit kılıç zekâya yenilmiştir.

PLATON’UN YAZILIŞ SIRASINA KADAR DİYALOGLARI (ESERLERİ)

A-Sokratik Dönem:

1-Savunma: Sokrates’in yargılanmasındaki savunması.

2-Krito: Sokrates’ın haksız yargılanışına rağmen Devletin yasalarına boyun eğen gururlu ve milliyetçi bir yurttaş olarak anlatıldığı diyalog. Krito tarafından kaçması önerilen ve para sağlanan Socrates, ilkelerine tabi kalacağını bildirmiştir.

3-Euthiafron: Sokrates dinsizlik nedeniyle yargılanmasını bekler. “Euthiafron”, onun Tanrıya saygısının doğası üstüne yazılmıştır.

4-Lakes: Yiğitlik üzerine.

5-İon: Şairlere ve rapsodistlere karşı.

6-Protagoras: Erdem bilgidir ve öğretilebilir.

7-Kharmides:Ilımlılık üstüne.

8-Lisis:Dostluk üzerine.

9-Devlet. Kitap-1:Türe üstüne.

B-Geçiş Dönemi:

10-Gorgias: Kılgısal politikacı ya da felsefeciye karşı güçlerin hakları, ya da ne pahasına olursa olsun türe.

11-Meno: Erdemin öğretilebilirliği ideal varsayım göz önüne alınarak düzeltilir.

12-Euthidemus: Geç Sofistlerin mantıksal aldatılarına karşı.

13-Hippias1:Hoş üstüne.

14-Hippias 2: İsteyerek mi yoksa istemeye istemeye mi haksızlık yerine getirmek daha iyidir?

15-Kratylus: Dil kuramı üstüne.

16-Menexenus: Dil uzluğu üstüne bir parodi.

C-Olgunluk Dönemi:

17-Sempozyum: Tüm dünyevi çekicilik hakiki güzelliğin bir gölgesinden başka bir şey değildir ve ruh Eros yoluyla reel güzelliğe açlık duyar.

18-Fedon: İdealar ve sonsuzluk.

19-Devlet:Devlet. İkicilik, metafiziksel ikicilik üzerine kuvvetli bir vurgu.

20-Fedrus: Sevginin doğası; felsefi dil uzluğunun olanağı. Ruhun üçe bölünmesi, “Devlet”de olduğu gibi.

D-İleri Yaş Yapıtları:

21-Theaetetus:(Son bölüm Parmenides’deri sonra yazılı olabilir.) Veri duyusal-algılama ya da içten adalet değildir.

22-Parmenides: İdealar kuramının eleştiriye aleyhinde savunusu.

23-Sofist: Tekrar idealar kuramı irdelenir.

24-Politikus: Gerçek idareci bilendir. Tüzel Devlet geçici bir önlemdir.

25-Filebus: Müsamaha ile iyinin ilişkisi.

26-Timaeus: Doğal bilim. Demiurge ortaya çıkar.

27-Kritias: İdeal tarım devleti emperyalist deniz-erki “Atlantis” ile karşılaştırılır.

28-Yasalar ve Epinomis:Plato olgusal yaşama ödünler verir. “Devlet”in ütopyacılığında şansın dönmesi yapar.

29-7. ve 8.Mektuplar: Dion’un ölümünden sonra yazılmış olmalıdırlar.

Etiketler
Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı