M

Mustafa Önsel

Mustafa Önsel Biyografisi

Balyoz davasından yargılanan kurmay albay Mustafa Önsel, Balyoz Soruşturması dahilinde tutuklanıp suçsuz yere hapis yatan Komutanlardan birisidir.

Mustafa Önsel, 1962 yılında Zonguldak‘ta doğmuştur. Aslen Trabzon’un Beşikdüzü ilçesi Vardalı köyündendir. 1984 yılında Kara Harp Okulundan mezun olduktan sonradan aralarında Mardin, Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır, Aydın, İstanbul, Foça’nın bulunduğu bölgelerde birlik komutanı olarak görev yaptı. Bu süreçte yaklaşık 10 sene terörle çaba etti.

Mustafa Önsel, 2002 yılında mezun olduğu Kara Harp Akademisi‘nden sonra 2006 yılına değin Bursa Jandarma Alan Komutanlığında Kurmay Başkanı olarak tahsis yaptı. Ardından atandığı Tokat’ta İl Jandarma Komutanı, devamında Jandarma Genel Komutanlığı Teknik İstihbarat Daire Başkanı, Eğitim Daire Başkanı, üçüncü kez tutuklanmadan önce de kısa bir zaman Kurslar Komutanı olarak atama yaptı.

İlki 22 Şubat, İkincisi 5 Nisan 2010, Üçüncüsü 15 Şubat 2011’de edinmek üzere kamuoyunda “Balyoz” diye tanıdık dava kapsamında tutuklu kaldı. Yaklaşık dört yıl tutuklu kaldı. 19 Haziran 2014 tarihinde Anayasa Mahkemesinin verdiği kararla, adaletli yargılanmadığı gerekçesiyle terhis edildi.

Cezaevinde, işlem içerisinde yaşananları, bütün isimli davaları içerecek şekilde anlattığı üç kitap yazdı. Mustafa Önsel, Ağacın Kurdu isimli kitabını okuyucuya şu cümlelerle sunmuştu ” Ulusal ordu bu topraklarda yaşamamızın güvencesidir. Ordu içinde herhangi diğer bir hiyerarşik yapıya sadakât millilik vasfını değil eder. Buna müsaade etmek ihanettir”

Balyoz davasından yargılanan kurmay albay Mustafa Önsel, 21 Eylül 2012 tarihinde emekli orgeneral Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel‘e mektup yazdı.

Mustafa Önsel, evlidir. 4 çocuğu vardır.

Kitapları:
2013 – Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu
2014 – İstanbul’dan İzmir’e Casusluk Kumpası Kim Bunlar?
2015 – Silivri’de Firavun Töreni
2015 – Casusluk Kumpası Kim Bunlar?
2016 – Ağacın Kurdu – Fethullah’ın Askerleri

2012 yılında Genel Kurmay Başkanı orgeneral Necdet Özel‘e Yazdığı mektup :

Canım Komutanım,
Ben; Balyoz Davasında, “camileri bombalamakla, millete komplo düzenleyip, darbe planı yapmakla” suçlanıp, hukukun zerresini bile göremediğimiz bir mahkemede, sözde yargılanarak, bütün 18 yıla mahkûm edilmiş J. Kur. Alb. Mustafa Önsel.

Sizinle ilk tanışmamız Kara Harp Akademisinde olmuştu. Yıl 2001: Ben, Kara Harp Akademisi ikinci derslik öğrencisi, siz Kara Harp Akademisi Komutanı idiniz. Tanışmak için beşerli gruplar halinde bizleri odanıza çağırmıştınız. Bana “Kaç çocuğun var?” diye sormuş, “dört” diye cevaplayınca da, “yahu sen aile planlaması nedir bilmiyor musun, bu kadarı fazla değil mi?”demiştiniz. 2002 yılında Akademiden Bnb. rütbesiyle mezun oldum ve Bursa J. Blg. K.lığına Kurmay Başkanı oldum.

O “Çok” dediğiniz ellerinizden öper dört çocuğum ile bazen benim görevim, ara sıra onların okulu nedeniyle yalnızca iki yerde hep birlikte olabildik biliyor musunuz? Birisi Yüksekokul, diğeri yıllar sonra atandığım (2008) Ankara. Fakat yıllar daha sonra birincil kere sağladığım aile bütünlüğüm bana fazla görüldü oysa, 22 Şubat 2010 günü, o belli başlı kadar hiçbir ilgi ve bilgimin olmadığı, iyice kurgu olan “Balyoz” davasına bulaştırılarak tutuklandım. Cezaevinde dört ay ne olduğunu anlamadan yattım. 11 Şubat 2011 günü tekrar tutuklandım.

Siz o sıtınız bile. Belki de “Bir şeyler yaptığıma” inanıyordunuz kimbilir? Ailem önce ikiye, sonradan bir diğer zorunluluktan üçe bölündü. O “Çok” dediğiniz çocuklarım, çoğu kez olduğu gibi, yine yetim kalmıştı.

Bu dava ile ne tamamlanmak istendiğini anlıyorduk. Çünkü artık dosyaya hâkim olmuştuk. Gaye Türk ordusunu dönüştürmekti. Biz yalnızca bahane idik. Kanıt niteliği taşımayan sayısal (dijital) veriler gösterilerek özgürlüğümüz elimizden alınmıştı.

Komutanlarımızın da bundan böyle dosyaya hâkim olduğunu biliyorduk. Nihayet geçen yıl sizden önceki saygın komutanımız Işık Koşaner cesurca bir çıkış yapmış, bu zulmü engelleyemese de, buna iki taraflı olmamak adına, gönlümüzde taht kuran bir izah etme ile gururla taşıdığı elbisesini, Zorlama Komutanları ile beraber çıkartmıştı.

Bunun üstüne siz Genelkurmay Başkanı oldunuz. Öteki yaşananları siz daha iyi biliyorsunuzdur. Ben o zaman sizin emrinizde çalışan iki kıymetli general ile birlikte aynı koğuştaydım. Çok sevinçli idiler. Sizin için “O ani çıkış yapmaz, lakin er veya geç bu işi yerinde bir şekilde çözer, bu haksızlığa, bu zulme göz yumması mümkün yok” dediler.

“‘MAHKEME İLE DİDİŞMEYİN’ DEDİĞİNİZİ ÖĞRENDİK”
Siz, 31 Ekim 2011 tarihinde burada esir yer alan (Hasdal Hapishane) birkaç üstteki rütbeli komutanla görüşüp gittiniz. Onlara verdiğiniz talimatları bize sözlü olarak ilettiler. Anlattıklarından; sizin olaya vakıf olduğunuzu ve dosyadaki sahtelikleri herkesten iyi bildiğinizi, sorunu tartışma etmeden çözeceğinizi, “Bir yıl içinde çözemezsem istifam cebimde”anlayışı içinde olduğunuzu, “herkes bitmiş göreve dönecek şekilde hazırlık yapsın, işi de uzatmayın, sorguları fazla kısa tutun ve Duruşma ile didişmeyin” dediğinizi öğrendik. Sizden geldiği ifade edilen talimatlara harfiyen uyduk. Kamuoyunu etkileme namına, hukuksuz yargılamayı protesto edecek sert eylemler yapmayı erteledik. Sorgu safhasını kısa tutun dediğiniz için büyük çoğunluk sorgusunu bir kaç dakikada bitirdi. Yoksa halen sorgu safhasını bile geçmemiş olacaktık (örnek Ergenekon Davası).

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Mustafa Saral

En son bilirkişi isteklerimizin ret edilmesi ve dinlenmesini istediğimiz tanıkların çağrılmaması ile bize canice vereceklerini anladığımız esas değin, ufak tefek gerginlikler olmasına rağmen verdiğiniz direktifler doğrultusunda hareket ettik. Sesimiz çıkmadı. Bu süreçte öyle fazla davalı hakarete maruz kaldı, aşağılamalarla karşılaştı. Sahiden aşağılanan sizin yönettiğiniz ordu idi. Fakat ne yapılsın ki, sizin talimatınız vardı. Büyük reşitlik sustu yutkundu. Ben, ara sıra dayanamayıp susmasam da, bu çoğunlukla böyle devam etti gitti. sırası gelmişken “Necdet Paşa’yı tanırım. Ne yapar eder bu hukuksuzluğu, kavgasız bir şekilde çözer” diyen Tümgeneral Hasan Fehmi Canan emekli oldu, sizin de imzanızla. Silivri’ye uğurlanırken “Çözüm bu muydu yoksa?” diyenlere sadece baktı, gözleri doldu, bir şeyler diyecekti, belli ki fazla şey diyecekti, ama sustu, yutkundu, gözlerini kaçırdı herkesten. Ve süratle otobüse bindi. El sallarken gözünde biriken yaşları göstermemek için uğurlamaya gelenlere bakamadı bile. Bundan Böyle o gözlere biriken yaşlar, çekilen ve çekilecek olan çileye miydi, sahipsiz bırakılışa isyana mıydı, Fenerbahçe seyircisi değin bile olamayışa mıydı bilemiyorum.

***
Dava boyunca; mahkemeyi yaratıcı yargıç cüppesi giymişler, sanıklara hakaret ettiler, ailelerimizi azarlayarak dışarı attılar, dalga geçtiler, şerefleriyle oynadılar, kendi askerimize (jandarma) dikte vererek bir kısım sanığı zor kullanarak duruşma salonundan dışarı attırdılar. Bunların tümü sizin emriniz gereği, yetişkinlik göre sineye çekildi.

Pek oldu böyle oldu derken, 21 Eylül gününe gelindi. Mahkeme, gerçekte fazla önceden değişik odaklara danışıp hazırladığı kararı okuyacaktı. Böyle inanılıyordu. Başbakanın bir ay önce“İncelik gösterip” Belçika’dan dönerek teslim olan Hakan Akkoç’tan bahsedip, “Bu tutukluluğu anlayamıyorum” demesi sizin girişimlerinize bağlanmış, herkeste, canice verilecek olsa bile, tahliye olma ümidini artırmıştı. Yine De karar tarihinden birkaç gün önce Başbakanın Ukrayna’da ama konuşmasında; “Balyoz’da karanlık noktalar var” söylemi “mideleri ekşitse de”,kimse üzerinde durup, mutluluğunu karışıklığa itmek istemedi.

Bilmiyorum torununuz var mı? O Kadar fazla arkadaşın sizin torununuz yaşında çocukları vardı. Hepsi babalarının görevde olduğunu zannediyordu, biliyor musunuz? Görüntü günlerindeki yaşananlara yüreği taş olan dayanmaz. Neyse, bilhassa bizden daha genç arkadaşlarımız terhis olacaklarına pek inanıyorlardı ki, Cumartesi “Görevden döndüm, seni nereye götüreyim yavrum” diyerek çocuklarını götürecekleri yerlerin planını bile yapmışlardı. Ben, gerçi her zaman “ters köşe” olma ihtimalini aklımdan çıkartmıyordum. Fakat arkadaşların çok ümitli olması karşı sesimi çıkartamadım. Arkadaşların ümitli olmasının birinci nedeni kuşkusuz suçsuz oluşları ve bunun kamuoyunca da anlaşılması mümkün ışık halkası geldiğine olan inançlarıydı. Bir diğer inanç ise dava ilgili olarak, sizin, Başbakan ile görüştüğünüzdü. Dolayısı ile böyle bir girişimin, mahkemenin hukuk dışı davranmasına engel olacağı görüşündeydiler.

Karar açıklanırken hınca hınç dolu salonda hemen hemen sinek uçsa duyulurdu. Bahşedilen kararlar açıklandıkça, herkese “fakat bu değin olur” dedirtti. Toplam iki dakikadan diğer tavır yapmamış, sessiz sessiz yerleşik böylece çok sanığa bile “İyi hal” indirimi uygulanmamış, bahşedilen cezaları çoğaltmak için kanunlara takla attırmışlardı.

BİZİ BETONA GÖMDÜLER
Bu ne kindi, bu ne hınçtı. Benim onlarla öncesinde bir husumetim yoktu, diğer sanıklar gibi. Bana şahsi kin duymaları muhtemel değildi. Bu kin fazla açık ancak, şu lahza komuta ettiğiniz Türk Silahlı Kuvvetleri’neydi.

Vesselam bırakın tahliyeyi, göz kadar tarafından katledildik. Laf konusu koşul terör saldırısından hiç de ayrı değildi. Bir “hukuk cinayeti” işlendi. Bir “hukuk katliamı” gerçekleştirildi. Bu bir terör saldırısından çok daha alçakça idi, çünkü bu hamle, hukuk kullanılarak kamuoyunda yasal ayla getirilmeye çalışıldı. Bizi şehitlerimiz gibi toprağa yok, betona gömdüler…

Bütün bu yaşananlar sizin gözünüzün önünde oldu komutanım. Başbakanın, davadaki kararları kast ederek “Daha çok şaşıracaklar” ifadesi ile aynı mekânda Numan Kurtulmuş’un “Halka entrika düzenlemek isteyenlerin kafalarına balyoz indi” demesi, hele bazı yorumcuların“Bakın Genelkurmay’dan bir ses çıkmıyor, bu balyozcuları sahiplenmiyor, seslenmek onlarda, bunların suç işlediklerine inanıyor” yaklaşımları, aldığımız cezanın ruhumuzda yarattığı kırılmaları derinleştirmiştir.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Michael Jackson

Bu katliama, bu zulme seyirci kalmamanız gerekmez miydi Komutanım? Komutan sorumluluğu değil midir astlarına sahip çıkmak? Siz, öz çocuğunuz iftiraya uğrayıp, bu şekilde betona gömülse benzer mı davranırdınız? Komutan, astlarının ayrıca silah arkadaşı, ayrıca babası yok mi canım komutanım? Bize böylece öğretmediniz mi?

Pozitif uzatmak istemiyorum. Artık yalnızlığımız tescillenmiş oldu. Zaten bu güya yargıçlar bunu bilmese, bu katliamı yapamazlardı. yine de yaptığınız, yapmadığınız her şey için teşekkür ediyorum. Fazla sağ olun, var olun, mutlu olun! Unutmayın ki Allah, zulmedenler değin, zulme seyirci kalanları da kınıyor. Sözüm bitti. Size, eşiniz kıymetli bayan ile çocuğunuz ve varsa torunlarınızla huzurlu, dinç günler dilerim. Bizi ve çocuklarımızı düşünüp de canınızı sıkmayın olur mu?

30 Ağustos 2015 tarihli yazdığı ikinci mektubu:

Malumunuz mu bilmiyorum; 21 Eylül 2012’de 10. Ağır Ceza, 9 Ekim 2013’te de Yargıtay’ın 9. Dairesi “Balyoz Davası” kapsamında vicdansız ve hukuk dışı kararla arasında benim de bulunduğum o an için 131’i muvazzaf, toplam 237 personelin cezalarını onayarak, az daha bizleri mezara gömmüştü.

Sizin ne diyeceğinizi beklerken öğrendik ki, siz yurtdışı seyahatteymişsiniz. Gazetelerde resimlerinizi gördük, dua ediyordunuz. “Kime acaba” diye paldır küldür edememiştik haliyle. Bu gezinin tarihinin, Balyoz Davası’nın açıklanacağı gün olmasının (hangi gün açıklanacağı çok evvelden biliniyordu) bilinçli bir tercihiniz olmadığına itimat etmek istedik arkadaşlarla beraber.

Seyahat sonrası yurda döndüğünüzde, sizden Balyoz Davası kararlarıyla ilgili kamuoyunu aydınlatan bir yorumlama beklemiştik. Şöyle kallavi, hukuksuzluğu kamuoyunun gözüne sokan. Bunu da, kendinizi riske atmadan, duayen hukukçuların davayla ilgili görüşlerine dayandırarak yapmanız yeterli olacaktı. Yalnızca Hasdal’da söyledikleriniz de kafiydi bizim için. O sözlerin üzerine de vallahi epey daha yatılırdı cezaevinde. Lakin bu kadarını bile yapmadınız, yapamadınız. Basın bunu sorgulayınca da, “Balyoz’la ilgili ben diyeceğimi dedim” deyiverdiniz. Ne demiştiniz Allah aşkına sevgili komutanım?

Peşinde da suskunluğunuzu, “ulus görevlisi” olmakla açıklamıştınız canım komutanım. Söylediğiniz doğruydu fiilen, ama takdir edersiniz ancak, eksikti. Bu ülkede kaç kamu görevlisi astlarına, aşağıda çalışanlarına, “öl!” emri verebilir be komutanım?

Bir savaş esnasında ırk, sizin emrinizle ölüme koşacak. Bir başka halk görevlisi, örneğin DSİ Genel Müdürü böyle bir emir verebilir mi ha canım komutanım? Peki, isimli davalarda vaktinde iktidarın desteğini de alarak, herkesin malumu paralel çetenin, astlarınıza reva gördüğü bu vicdansız saldırıya, düşürüldükleri duruma, konuşarak bile tepki vermemeniz olağan miydi komutanım?

Görüntünün, astlarına sahip çıkamayan komutan görüntüsü olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Bu durumda astları vicdansızca betona gömülerek değil edilen bir komutanın, moral değerlerini nasıl aşındırdığını en iyi bilenlerdensiniz. Böyle bir komutana geride kalanlar ne değin güven duyar, en iyi sizin malumunuzdur.

Hele bize kumpas yapan malum çeteye, TSK içerisinden, ama açık, lakin örtülü takviye verenlere bunca geçen yıla karşın hiçbir şey yapmayışınız? Onların TSK içerisinde en ince ayrıntısına kadar semirip, palazlandığı yaygın kanaattir. Hatta yerlerimize onlar terfi etmişlerdir, yalan mı? İsterseniz açarız, ama uzatmayalım.

Cezamız onanınca cezaevinde size Hasdal’daki sözünüzü hatırlattık diye, ismimi vererek bana çok kızdığınızı ifade etmişsiniz sizi ziyarete gelenlere. Sonradan cezaevinden çıktım. Tam 4 yıldır bambaşka kaldığım çocuklarımla hasret giderecektim ancak, mevzuatı ve teamülleri bir tarafa bırakarak, özel emirle tayinimi Ankara dışına çıkarttırdınız.

Oldu mu sizce komutanım? Bu kadar öfkelenecek, uğraşılacak stratejik konu varken, alçakların kumpasıyla hayatı daha aşağı üst edilmiş bir albayla uğraşmak size yakıştı mı ha canım komutanım? Anladım, bana fazla kızdınız, cezalandırmak istediniz, bunun için de paralel çete mensupları için istediğiniz belgeye benim için gereklilik da duymadınız, bunu anlıyorum.

Peki, eşimin ve çocuklarımın suçu neydi sevgili komutanım? 4 sene babalarından bambaşka kalmış olmaları yetmezmiş gibi, daha 4 ay bile hasret gideremeden, babaları cezaevinden çıkalı daha 1,5 ay olmuşken, onları babalarından ayırıcı atamanın açıklamasını yapamayacağınızı biliyorum.

Anladım gücünüz bana yetti. Kabul ediyorum, ne yapalım. Eh, ben de en azından bugün tenkit hakkımı kullanayım, derin kırgınlığımı dile getireyim takdir ederseniz. Tekrar öfkeleneceksiniz biliyorum fakat. İdare edin artık.

İLGİLİ BİYOGRAFİ :   Mahidevran Sultan

“TSK’nın merhametsizce eleştirilmesinden” yakınmıştınız bir ara. Bu durumda TSK yok, fakat sizi eleştirmemek mümkün mü sevgili komutanım? Ha, bizimle ilgili yorumlama yapmamanızı “TSK’yı siyasal ortamdan uzak tutmayla” izah etmeniz yok mu, en çokta ona gülüyorum. Şüphesiz acı acı.

Sahi siz askeri okullarda, bırakın sizden öncesini, sizin zamanınızda neler olduğunu bilmiyor musunuz? Etrafınızda olan bitenleri öyle çok kişi yazıp çiziyor. Semt kahvehanelerinde konuşulmaya başlandı TSK’yı siyaset batağına çeken paralel yapılanma sevgili komutanım. Siz hâlâ, “belge var mı” deyin durun. Beni çağırsaydınız anlatırdım size. Ama siz beni sürmeyi, bu nedenle susturmayı denediniz. Halbuki, ben haksızlık aleyhinde, gaddarlık aleyhinde katiyen eğilmeyeceğimi yargılanırken göstermiştim sayın komutanım.

Bizim eleştirilerimize aleyhinde yeniden o günlerde “TSK, mutlak itaat ve disipline ast bir yapı” demiştiniz. Öyleydi. Ne zamana kadar? Komutanların “gidin” emriyle gittiğimiz ve bize düşman hukuku uygulanarak ağır cezalar aldığımız, bunun sonucu yalnız bırakıldığımız Balyoz Davası’na kadar.

Tekrar o günlerde yaptığımız haklı ve olması gereken eleştirilere aleyhinde, “yıkıcı eleştiriler zafiyet oluşturur” diyerek, bize yapılanları ne kadar normalleştirmiştiniz canım komutanım. Siz “yok edici” dediğiniz eleştirilere takılacağınıza, TSK’yı doğru içe kemiren, bu anlamda ne disiplin, ne güven bırakan paralel örgüt denilen “Fethullah’ın Askerleri”ni görebilseydiniz. Onların yıkıcılığına, ihanetine engel olacak bir, evet sadece bir faaliyetiniz olsaydı, en azından ben bana yapılanları unutabilirdim. Lakin hiçbir şey yapmadınız sevgili komutanım. Yapmaya da niyetlenmediniz.

Yalnızca altını doldurmadığınız, fakat epeyce dikkat çekici bir sözünüz var o günlerde; “Beni niyet tahtasına oturtursanız, bir süre sonradan beni de bulamazsınız”. Yani benden sonrakiler beni aratır, benden sonrakiler fena, anlamı çıkacak bir cümleyi neden kurdunuz bilmiyorum. Eğer öyleyse sizden sonradan geleceklerin güvenilir, ehil komutanlardan oluşması da sizin sorumluluğunuz değil mi? Böyle söyleyerek sorumluluktan kaçabilir misiniz, benim canım komutanım?

Sayın komutanım, an itibarıyla bundan böyle emekli oldunuz. “Devlet Övünç Madalya”nızı da almışsınız. Ne mutlu size!.. Ben de emekli oldum biliyor musunuz? Şura’veya girdim, hem de temize çıkma etmiş olarak. Giderayak beni de emekli etmişsiniz. Hoşnut oldum. Artık “komutanım” diyeceğim insan sayısı azalmıştı zaten. Zahmetten kurtarmışsınız beni. Ya “haklarını iade ediyorum” diye terfi ettirseydiniz? “Fethullah’ın Askerleri” ile nasıl bir ilişkim olurdu, varsayım bile edemiyorum.

Artık sizin de benim de üniformam değil. Bir yerde eşitlik var yani. Unuttum sizin “Devlet Övünç Madalya”nız vardı yok mi, unutmuşum, özür diliyorum.

Son birkaç şey daha söylemek istiyorum size sevgili komutanım. Dün bizim haklı eleştirilerimize karşısında “Ahmet, Mehmet ve marjinal gruplar istedi diye istifa etmem” demiştiniz. Buradaki marjinalden amaç her hâlükarda bizdik. Bu sözleriniz çok tartışılacak çok. Arkadaşlarınıza pusu kuranlara gelince “halk görevlisi” kimliğiniz; sözünüzü andıran, ayrıca davayı anlatan bir kaç da kitap yazan, böylece belki de sizin boşluğunuzu doldurmaya çalışan bizlere aleyhinde “kavgacı asker” hüviyetiniz.

Bakınız, cezaevindeyken sizin özelinize yazdığım bir mektupta; TSK’nın, üstelik ülkenin nereye götürüldüğüne uyarı çekmiştim. Yıl 2013’tü. O zaman “analar ağlamasın” gibi tartışılmayacak bir gündemle bölücü örgütün kazanımlarını her gün artırdığını ta cezaevinden görüyorduk. Sizi bilmiyorum.

Bugün de astlarınız, silah arkadaşlarınız, evlatlarınız toprağa gömülüyor, tıpatıp dün bizim betona gömüldüğümüz gibi. Analar ağlıyor, tıpkı dün olduğu gibi… Ve siz hiçbir şey olmamış gibi, “Devlet Övünç Madalyası” alarak köşenize çekiliyorsunuz. Biliyorum haddim değil, fakat yine de tebrik ediyorum, helali hoş olsun diyorlar ya, ondan.

Naçizane, dün olduğu gibi, bundan sonra da ”sessiz kamu görevlisi” olarak ebediyen susun kendimce. Rahat ve sevinç içerisinde, “Devlet Övünç Madalyası”nın verdiği övünçle torunlarınızı sevin olur mu? Karşılaşır mıyız bilmem. Çünkü bizim korumalı lojmanlarımız da tıpatıp “Onur madalya”mız gibi değil.

Halkımızla birlikteyiz. Bizim madalyamız halkımızın sinesidir, milletimizin yüreğidir.

Size yazdığım özel mektupta cezaevindeydim; “Tarih Baba bizi mutlaka temize çıkma ettirecek, biliyorum” demiştim. Evrensel hukuk normlarıyla hareket eden mahkemelerde de beraat ettik. Kurulu mahkemeyle işiniz olmaz, ancak “Tarih Baba”nın yargısında siz ne yapacaksınız, işte onu bilemiyorum canım komutanım.

Arananlar:
https://www biyografirehberi com/etiket/mustafa-onsel-alevi-mi/

Etiketler
Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı